Öteden beri, konuştuklarıma, okurlarıma sözlü veya yazılı bir sunumda bulunurken” Kullanacağım kelimelerin içerikleri konusunda, hemfikir miyiz, mutabık mıyız? “ sorularını dikkate alarak başlama ihtiyatını ve itiyadını tercih etmişimdir. Bunun farkındalığının ne olduğunun da belirmesi için sözlük kullanma itiyadını bırakmamışımdır. Çok işlek olmayan bir kelimeyi kullanacaksam behemehâl sözlüğe bakarak benim kabul ettiğim anlamının var olup olmadığını kontrol ederim. Sözlükte anlamını bulduğum bu kelimeyi, müşterek dinleyicinin anlamadığını fark edersem açıklamaktan da imtina etmem. Böyle durumlarda bazen şaka yollu, “Bilmeyenle konuşmanın zorluğu yine belirdi.” diyerek açıklamayı tercih ederim. Bu arada, bu metini okuma lütfunda bulunan kardeşlerimizce anlaşılmayan kelimeler varsa bunların anlamı üzerinde durmak izahtan varestedir zira bu tür kelimeler, Türkçeyi vasat derecede konuşanların dahi dağarcığında olmalıdır. Anlamayan kardeşlerimiz, çocukları için aldıkları sözlüklerin biraz daha eskimesine sebep olmayı planlasınlar.
Sadede dönersek “medeniyet” kavramından ne anladığımızın bilinmesi ve bağlı sözlerin yerli yerinde anlaşılması gerekir. Ziya Gökalp, “Türk Medeniyeti Tarihi” çalışmasında medeniyet oluşumunun tâ Totemizme dayandığını söyleyerek bilinen eski medeniyetleri de zikredip lâik Avrupa medeniyetinden bahisle bizim de laik Avrupa medeniyetine dâhil olmaya çalıştığımızdan bahsetmiş…
Medeniyetin totemizme dayanması aklîdir zira beğenmesek de totemcilerin akıllarının erdiği kadar bir mabud anlayışları vardır. Aklen medeniyetlerinin ilkellik derecesi ne olursa osun yapacakları başka bir şey yoktu. Yaptıklarının mabutla ilişkilendirilmesi eşyanın tabiatına muhalif değildi.
Bendeniz, şu tanımın en kapsamlı olduğuna kaniyim. Medeniyet: İnsan zekâsının, maddî varlığa verdiği şekil, gayr-i maddî varlığa verdiği veya kazandırdığı manadır. ŞA
Bütün tanımlar, bu kapıdan geçmeden icazet alamazlar. Totemcilikten başlayarak açıklayayım. Toteme inananların kendi seviyelerinde zekâları elbet var. Ölçülebilse muhtemelen bizden de zekî olabilenleri vardır. Her beğenilmeyen konuya, “Orta çağ Karanlığı” diyen zevâtın uydurduğu en akılı insan sandıkları ve saydıkları, son devir insanları olduğu saplantısı gerçeğe aykırıdır. Ortalama, 40 yıl önce, komşularının, işverenlerinin muhtarların, öğretmenlerin, temaslı oldukları iş yerlerinin telefon numaralarını bir deftere bakmadan söyleyen insanlarımız, vardı. Bunların ekseriyetine yakın kısmı, halen, hanımının, çocuklarının, arkadaşlarının, komşularının telefon numaralarını bilmedikleri gibi rehbere bakıp bulamazlar da. Eğitim= terbiye, insanı zekî ve kabiliyetli yapmaz sadece mevcut zekâyı ve kabiliyeti geliştirir.
“Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu.” kabilinden, akıllı telefonlar, unutma nimetini hatırlamama külfetine sevk etti. Mümkün mertebe, unutmamak için kime danışılırsa danışılsın gerekli çarelere başvurulmalıdır. Çare derken tıbbî tedaviler anlaşılmamalıdır. “İşleyen demir ışıldar. İşlerse hiç pas tutmaz, ışıldar demir.” Totemcilerin, IQ’sünden buraya geldik.
Bizim en muteber sözlüğümüzde medeniyet kavramının karşılığı, Uygarlık: Medeniyet şeklindedir.
Uygarlıkla alakalı da “Uygar s. Uygarlığı olan, mdenî.
Uygarlaşma a. Uygar duruma gelme, medenîleşme, temeddün.
Uygarlaşmak: Uygarlığa erişmek medenîleşmek.”
”TDK,s,816, Bilgi basımevi 1974,Ankara”
şeklinde anlamlandırılmış. Bu açıklamalardan, Uygarlığın ne demek olduğunu anlayan varsa beri gelsin veya şahadet parmağını kaldırsın. Medeni: Uygar; Uygar: Medeni. Kelimeyi kelimeyle açıklamak; açıklamak değildir. Kelimenin anlamdaşını söylemektir. Kaldı ki Uygar kelimesinin etimolojik bir anlamı da yoktur. “Uygur Türkleri” tamlamasındaki “Uygur” kelimesinden geldiği sanılıyor. “Uygar” kelimesinin analizinden yola çıkarak “uy-“ (uymak okunur.) fiilinden yola bir sonuç alır mıyız diye çabaladım. Acaba neye uymak? Belirsiz. Yapma bir kelime. Ben çocukken okul öncesi dönemimde, hububat harmanı mevsimi, tane saptan ayrıldıktan sonra oluşan samanı samanlığa koymak için samanlar, “sıyırgı” denilen bir aletle samanlık kapısının önüne kadar itilip yığılırdı. Buraya yığılan samanları, ev halkı iş bölümüyle samanlığın içine sokmak için uğraşırdı. Kullanılan diğer aletler; dirgen, Yaba. Bazılarının da kucağı idi. Bir alet var idi ki düzleminde bulunan 10x10 x40 lık bir ağacın bir yüzüne yere paralel şekilde takriben 5’er cm. aralıklarla
1cm çaplı deliklere, 40 cmlik ağaç çiviler çakılır, bunların hizasında ve bunlara ve yere dik deliklere de aynı vasıflı çiviler çakılır. Bu aletin, boyutları belirtilen kısmına, yere paralel deliklerin arkasına, yine yere paralel iki santim çapında tam orta kısmına açılan bir deliğe de bir insan boyu uzunluğunda, cetvel gibi doğru ve yuvarlak bir sap takılırdı. Bu sap sayesine algarla, verimli çalışılırdı. Yüzeyden samanın altına yere paralel sürülen bu aleti kullanan, birkaç dirgencinin yaptığı işi daha kolay ve çabuk yapardı. Yere paralel olanların uçlarının, kullanılırken yere batmaması veya takılmaması için yukarıya kavisli olmakla beraber bunlara dik olanlar cetvel gibi doğru, dik, yuvarlak ve dayanaklı idi. Bu kullanışlı alete “algar” diyorlardı. Bu ismin etimolojisine baktım. Bu anlamda boş çıkmasına rağmen “algar” isimli bir aletin Ünye ve civarında bazı kuş türlerinin avlanmasında kullanılırmış ama bu algarın, bizim algarla iş ve şekil benzerliği yok. Uygarla da uyuşturamadık. Uygar kaldı boşta.
Bir Osmanlıca sözlükte, medenî kavramı için sadece şehirli derken başka bir Osmanlıca sözlükte, şöyle diyor. Medeniyet: Adalet severlik, insanca, iyi ve ferah yaşayış. Şehirlilik. Yaşayışta, içtimaî münasebetlerde, ilim, fenn ve san'atta tekâmül etmiş cemiyetlerin hâli.
Hâsılı kelam= sözün özü, medeniyet bir insanın ye ya bir toplumun ürünü ise zekâsının da ürünüdür. Bu zekânın sahibi, sahipleri, hangi inanca inanmış veya temayül etmişler ise medeniyet de onun inanç ve temayüllerinden doğmuştur. Bu yüzden, Çin, Hint, Türk, İslâm, Batı medeniyeti kavramları vardır. Neye inanıyorsanız öyle yaşarsınız. Asıl olan budur ama zaman içinde başkalaştırmalar, şaşırtılmışlıklar, aldatılmışlıklar yüzünden yaşattırıldığımız gibi inandırılmaya meylettirildik.
Bu yüzden de Z. Gökalp’in işaret ettiği laik batı medeniyetine dâhil edilmeye çalışıldıysa da Batı medeniyeti lehine geçer not alamama zevkini yaşadığımızı söyleyebilirim. Binlerce yıllık tarihimizin dinamiklerine dayalı bir medeniyet inşasına gerçekten ihtiyaç vardır. Bazen, acaba “Türk’ün toplam kültüründen mülhem bir tekâmül ve inkişaf hâsıl olsaydı halen ferdî ve sokak kıyafetlerimiz nasıl olurdu?” sorusunu kendime sormaktan, kendimi alıkoyamıyorum. Kıyafetimi soranlara da Fransız mukallidi olduğumuza Fransız mı kalıyorsunuz sorusunu soruyorum.
Şakir Albayrak, 02.08.2022,00.55, Çekmeköy