Burada, Ömer Nasuhî Bilmen ile ilgili bir hadiseyi anlatmadan geçmek, Ömer Nasuhî Bilmen ’den çok, hakikate karşı tarifi imkânsız bir haksızlık olur.
1940’lı yıllarda Amerika’da bir babalık ve miras davası zuhur eder. Bu davaya “miras” meselesi benim ilâvemdir. Başkaca bir sebep gözükmüyor. Olay ise Zengin bir Amerikalının ölümünden birkaç yıl sonra, bir Amerikalı kadın, yanında bir çocuk ile mahkemeye giderek çocuğun ölen kişiden olduğu iddiasıyla bir dava açar. O yıllarda DNA testi de yapılamıyor çünkü ilk test 1985’te yapılacaktır. Mahkeme, bu davayı görmek için iddianın doğruluğunun anlaşılmasına yönelik çalışmaya başlar. Amerika hukuk sistemi, bu konuya cevap veremez. Bunun için diğer disiplinlere başvurma hasıl olur. Meşhur roma hukukunda da bir cevap bulamazlar. Yunan’da da Hint’te de diğer uzak doğuda da bir cevap bulamazlar. Dertlerine derman bulamayan Amerika hukukçuları, “Bunu bir de Türklere soralım.” düşüncesinden kendilerini alıkoyamazlar. Türkiye’ye gelen heyet, zamanın İstanbul müftüsü Ömer Nasuhî Bilmen hocayla görüşmeye gönderilir. Heyet, müftüye niçin gönderildiklerinin hayfı içindedir. Buna rağmen isteksizce de olsa Ömer Nasuhî bilmen hocayla görüşürler. Zevksiz ve neşesiz geçen bu görüşmede, Ömer Nasuhî Bilmen Hoca, onları dinleyip meseleyi anladıktan sonra, öldüğü söylenen kişinin kemiklerinin durup durmadığını sorar. Heyet, ölünün kemiklerinin durduğunu söyler. Hattı zatında, henüz kemiklerini gören yoktur. Mezarın açılmadığını bildiklerinden bu cevabı verirler. Ömer Nasuhî Bilmen “Öyleyse size kuyruk sokumundan bir yer tarif edeyim. “ deyip tarif eder. “Orda tarif ettiğim kemiği belirledikten sonra ölünün olduğu iddia edilen çocuğun kanından bir damla kanı, kemiğin üstüne dökünüz. Dökme işinin sonuna varmadan kemiğe temas eden kanı, kemik emerse çocuk ölüdendir emmezse annesi yalancıdır.” der. Hâkimin bu duruma göre karar vermesi gerektiğini söyler. Müftünün yanındakiler de bu meseleyi ilk defa duyduklarından şaşırırlar. Heyet ayrıldıktan sonra müftüye sorarlar. Müftü de onları âyetler ve hadisler ışığında aydınlatır.
Gelen heyet, müftüyü dinledikten sonra ayrılır. Müftünün tespitinden doğan bütün şaşkınlıklarından da geride bir şey bırakmazlar. Bir din adamının, böyle bir tıbbî bilgiyle mücehhez olabileceğine dair İslam’a inanmadıkları kadar inanmayarak ayrılırlar.
Heyetteki bir doktorun çok dikkatini çeken bu mesele sebebiyle müftüyü yalanlamak için bir malzeme bulmak ümit ederek mezarı açtırırlar. Ömer Nasuhî Bilmen ’in tarif ettiği kemiği bulduktan sonra, hayretteki kafası karışık doktor, kemiğin üstüne kendi kanını damlatınca kanın akıp gittiğini görür. Görür ama emin değildir. Emin olmanın tek yolu müftüyü tekzip edebilmek için çocuğun da kanının aynı yere dökülmesi ve akması icap eder. Aynı yere, çocuğun kanı da damlatılır. Çocuğun kanını, bahse konu kemiğin sünger gibi emdiğini görünce, dut yemiş bülbüle dönerler.
İslâm’ın sırları kaynaklarında- gizli değil -saklı. Ne mutlu arayıp da bulmaya çalışanlara.