-Mazide kalan bir kedi sevgisi-
Ellerimle besleyip büyüttüğüm kedim değil de; kendimden, sanki canımdan bir parça gibiydi Sarman..
Bir hayvanla kurduğum ilk iletişim; ilk duygu ve sevgi bağını, bu miniminnacık kedi yavrusundan öğrenmiştim..
Hem de hayatın; heves ve hayallerin toz pembe olduğu o ilk çocukluk çağımda..
Şüşnaz’da rahmetli “Essan”dedemle “Kanlıgöl’e” nâzır evimizin aydınlık “kürsü odası”nda yan yana yatarken, her sabah yataktan fırlayıp “Sarman”
diye her seslendiğimde altın sarısı minnacık başını gizlendiği yorganın altından muzipçe uzatır; mırıl mırıl kucağıma doğru yanaşır, sonra da patileriyle sarılırdı boynuma..
Sarman; yetmişli yılların sonlarında bizi bulmuştu.
Soğuk ve sert bir Şubat ayazında; her şeyin donarak buza kestiği öldürücü bir kış sabahında bir mucize eseri evimizin eşiğine sığınmıştı..
Kapımıza gelip dayandığında üç beş aylık bir yavruydu daha..
Zehir gibi iliklere işleyen acı ve yakıcı bir soğuktan; açlık ve takatsizlikten neredeyse donmak üzereyken; o bir damlacık bedeniyle, barınacak sıcak bir kapı olur umuduyla kıvrılıp yatıvermişti ahşap kapımızın eşiği üzerine..
Son umut; son çare diye..
O sabah; köy evimizin alt katındaki ahırımıza babamla yine birlikte inmiş; ineğimizi, buzağımızı ve yâdigar kızıl katırımız Kosto’yu yemlemiş;
ahırı ve hayvanların altını güzelce süpürmüş; hayvan gübreleriyle dolu ağır kıl çuvalları dış kapının beri yanındaki “zibilliğe” dökmek için büyük ahşap kapıyı araladığımızda eşiğe kıvrılmış yatarken bulmuştuk minik Sarman’ı..
Ağır zibil çuvallarını ahırdan sürüterek kilidi buz tutmuş dış kapıyı araladığımızda, eşikte yatarken farketmiş; kazaen üstüne basmadığımız için babamla birlikte dualar etmiştik..
Donmasına ramak kalmıştı Sarman’ın.. O minicik bedeniyle soğuktan kendinden geçmiş halde kıvrılmış yatarken sıtmaya tutulmuşçasına
zangır zangır titriyordu.. Beyaz esaretin Şüşnaz’ı teslim aldığı çetin bir kara kış zamanıydı..
Aralıksız adam boyu kar yağdığı; tipi borandan göz gözü görmediği yaman ve çetin bir kış günüydü..
Harput’un sarp ve yalçın kayalık sırtlarından yeli serin esen Göllübağ’lara; daha kuzeyde sinesi hep sisli Yokuşbaşı’ndan nazlı Murat Suyu’na kadar hemen her yer bembeyazdı..
Günler; geceler boyu biteviye, aralıksız yağan kar; bütün belde ve geçitleri kapatmış, şırıl şırıl akan pınarlar, derler ve çaylar buz tutmuştu..
Hayat, Harput’ta durmuş; nefes alan hemen her şey kara kışa teslim olmuştu..
Güz sonunda şehre göç edenler, uzun ve sıcak yaz aylarında hânelerinde besledikleri sokak kedisi ve köpeklerini terk eder de şehre öyle giderlerdi..
Sokak hayvanları için kışın girmesi demek; açlığın, yalnızlığın, hastalık ve çaresizliğin adı adresi demekti.
Köyün kedi ve köpekleri için kara kışın gelmesi demek ölümle eşdeğerdi..
O kahrolası hazin göçlerin ardından köy sakinleri kendileriyle birlikte hayata tutunan çaresiz kedi ve köpekleri yüz üstü bırakır; açlığa,yokluğa ve yalnızlığa, bildiğin ölüme terk ederek umarsızca çekip giderlerdi..
Bu minnacık kedi yavrusu da üstelik kara kışın tam ortasında açlık, halsizlik ve ölümcül soğuktan donmaya ramak kala; son bir gayret ve umutla
uzanıp yatıvermişti asırlık baba ocağının ahşap kapısına..
Usulca çuvalın kulpunu yere bırakarak eğilip bu minnacık bedeni kollarıma aldım..
Kardan morarmış, buz tutmuş kınalı patilerini avucumun içinde ovuştururken sıcak nefesimi bal sarısı minicik başına doğru bir hayat öpücüğü kondurur gibi usul usul hohladım..
Yumuk mavi gözlerini son bir gayretle açarken sevgiyle uzun uzun bana baktı..
Sarman’la başlayan dostluğumuz; işte bu sımsıcak nefesle başladı..
(DEVAM EDECEK..)
Av. Mehmet SÜT