Av. Mehmet Süt
Köşe Yazarı
Av. Mehmet Süt
 

Harput'ta Çifte Pranga..

  HARPUT’TA ÇİFTE PRANGA.. -Üstâd Sezai Karakoç  ve Belek Gâzi’nin  aziz hâtırasına— Meğerse ilk ve de  son ziyaretim imiş  Nuruosmaniye’de.. Eski; sıradan ve ayakları  pas tutmuş demirden  bir masanın  karşısında oturmaktaydı.. Besbelli ki bu mütevazi masa,  Devlet Malzeme Ofisi’nden  devşirme idi.. Tufanı, fırtınası dinmiş  bir deniz dinginliğiyle oturmakta idi masaya;  simasına yayılan sıcak  ve mahcup tebessümüyle.. Bir tabak da  dalbastı kiraz vardı  tam önünde.. Mevsim daha bahar sayılırdı;   zaman denen  o sihirli ve müphem mefhum,  yönünü yavaş yavaş yaza doğru  çevirmişti.. Ve de olanca  kışkırtıcı güzelliği, diriliği ve tazeliğiyle..   Masanın üstündeki  o göz alıcı kirazlar,  besbelli ki gelip gidenlere  ikramdı..  Sofrada kiraz varsa  bil ki mevsim  bahardı.. İşte o atmosferde  ben ise bir masalsı devin karşısında  öylesine kalakalmış;  ufaldıkça ufalmış, Ağrı Dağı sırtlarında  yolunu yitirmiş bir çobanın  acziyle hepten  sersemlemiş,  afallamıştım..!  Masanın etrafındaki raflara  Diriliş’in kuğu gibi bembeyaz  kitapları dizilmişti..   Ve hatta o mütevazi yayın evinin görünen görünmeyen her bir yerine… Demek;  Diriliş Muştusu’nun dev gibi çınarı, karşımda oturan  bu mahçup ve mütevazi  adamdı ha.! Derin sükûtuna  devam ederken  nazik bir el işaretiyle  yanı başındaki  boş bir sandaliyeyi  işaret etti: “..Gel; şu taze kirazlardan  sen de tadıver; nasibindir…” dedi. Bir koca çınarın  serin koyuluğuna  sığınırcasına ilişiverdim  yanı başındaki iğreti duran ahşap  sandaliyeye.. Ve de; üzerimden bir türlü atamadığım  o ürkek, o mütereddit o taşralı gençlere özgü  mahcubiyetle.. Uzun sükutu  dakikalarca devam etti  büyük ustanın.. Nerden esti ise bir ara yekden: “..Ben Harputluyum  üstâdım..”  deyiverdim.. Aşina  bir nazarla   bir müddet beni süzerken  değişmeyen mütebessim  çehresiyle ve  fakat bir soruyla  karşılık vermiş idi  bana: “..Sen;  Hısn-ı Ziyâd neredir  bilir misin.?” “…..?!!!” Üstad devam etti: “..Arapların Harput’a  yakıştırdığı müstesna  bir mahlastır Hısn-ı Ziyâd.”  diyerek bir destan  tadında sözüne  devam etti: “..Nur’uddevle  Behram oğlu  Belek Gâzi,  Haçlı ordularına  çok kırım verdi. Bu hal, ehl-i sâlibin  pek gücüne gitti..  Urfa kontu Josselin; muazzam ordusuyla  Harput kalesini  dört yandan kuşattı.. Yaman bir cedel oldu  ve Belek, Josselin’in mağrur  ordusunu çil yavrusu  gibi dağıttı. Ve hatta,  ibreti alem olsun diye  Urfa kontunu canlı  derdest ederek  prangaya vurdu.. Bununla da yetinmedi;  Harput kalesindeki  zindana atıverdi..  Bu perişan vaziyet  Papanın kulağına  kadar gitti.  Bu kez, onun talimatıyla  Kudüs kralı II.Bauodit daha mehabetli  haçlı ordusuyla  hınçla Harput üzerine  yürüdü.. Bu şedit muharebe  ve karşı müdafaa  günlerce sürdü..  Belek Gâzi, nâmütenahi harp  dehası ile bu orduyu da dahiyâne bir huruç hareketiyle mahvu  perişan etti.. Tıpkı Urfa kontu gibi  harp sonunda  esir düşen Kudüs kralını da  -ibreti alem için- prangaya vurup  Harput kalesinde  mahpus Josselin’in  yanına havale etti.. Bu gidişat Papa’yı  çıldırtmaya yetti.! Neylersin ki  Belek denen  bu Gâzi cihangir kumandan,  Menbiç’i kuşatırken kale burcundan gelen  nâmert bir okla  şehit düştü..!” Soluksuz anlatmıştı  bu desitâni tarihi  hadiseyi Sezai Karakoç  Üstâd.. Nefesimi tutarak  dinlemiştim bu ibretlik  zaferin bir o kadar ibretlik hikâyesini .. Akabinde minnetle  veda etmiştim  kendisine.. Ve de, sık sık kendisini  ziyarete geleceğim  vaadi ile.. Ne hazindir ki   bir kez olsun adımımı  basmadım o mütevazi  yayınevinin mermer  merdivenlerine.. Üstâd ise doru atına  binerek gitti  sürgünler ülkesinden ebediyet diyarlarına.. Kim bilir; belki de  Belek Gâzi ile beraber  fethi bekleyen  daha nice sürgünler  ülkesine.. Mehmet SÜT/İstanbul
Ekleme Tarihi: 21 Kasım 2022 - Pazartesi

Harput'ta Çifte Pranga..

 

Av. Mehmet Süt

HARPUT’TA
ÇİFTE PRANGA..

-Üstâd Sezai Karakoç 
ve Belek Gâzi’nin 
aziz hâtırasına—

Meğerse ilk ve de 
son ziyaretim imiş 
Nuruosmaniye’de..

Eski; sıradan ve ayakları 
pas tutmuş demirden 
bir masanın 
karşısında oturmaktaydı..

Besbelli ki bu mütevazi masa, 
Devlet Malzeme Ofisi’nden 
devşirme idi..

Tufanı, fırtınası dinmiş 
bir deniz dinginliğiyle
oturmakta idi masaya; 
simasına yayılan sıcak 
ve mahcup tebessümüyle..

Bir tabak da 
dalbastı kiraz vardı 
tam önünde..

Mevsim daha bahar sayılırdı;  
zaman denen 
o sihirli ve müphem mefhum, 
yönünü
yavaş yavaş yaza doğru 
çevirmişti..

Ve de olanca 
kışkırtıcı güzelliği,
diriliği ve tazeliğiyle..  

Masanın üstündeki 
o göz alıcı kirazlar, 
besbelli ki gelip gidenlere 
ikramdı.. 

Sofrada kiraz varsa 
bil ki mevsim 
bahardı..

İşte o atmosferde 
ben ise
bir masalsı devin karşısında 
öylesine kalakalmış; 
ufaldıkça ufalmış,
Ağrı Dağı sırtlarında 
yolunu yitirmiş bir çobanın 
acziyle hepten 
sersemlemiş, 
afallamıştım..!

 Masanın etrafındaki raflara 
Diriliş’in kuğu gibi bembeyaz 
kitapları dizilmişti..
 
Ve hatta o mütevazi yayın evinin görünen görünmeyen her bir yerine…

Demek; 
Diriliş Muştusu’nun
dev gibi çınarı,
karşımda oturan 
bu mahçup ve mütevazi 
adamdı ha.!

Derin sükûtuna 
devam ederken 
nazik bir el işaretiyle 
yanı başındaki 
boş bir sandaliyeyi 
işaret etti:

“..Gel;
şu taze kirazlardan 
sen de tadıver;
nasibindir…”
dedi.

Bir koca çınarın 
serin koyuluğuna 
sığınırcasına ilişiverdim 
yanı başındaki iğreti
duran ahşap 
sandaliyeye..

Ve de;
üzerimden
bir türlü atamadığım 
o ürkek, o mütereddit
o taşralı gençlere özgü 
mahcubiyetle..

Uzun sükutu 
dakikalarca devam etti 
büyük ustanın..

Nerden esti ise
bir ara yekden:

“..Ben Harputluyum 
üstâdım..” 

deyiverdim..

Aşina  bir nazarla  
bir müddet beni süzerken 
değişmeyen mütebessim 
çehresiyle ve 
fakat bir soruyla 
karşılık vermiş idi 
bana:

“..Sen; 
Hısn-ı Ziyâd neredir 
bilir misin.?”

“…..?!!!”

Üstad devam etti:

“..Arapların Harput’a 
yakıştırdığı müstesna 
bir mahlastır Hısn-ı Ziyâd.” 
diyerek bir destan 
tadında sözüne 
devam etti:

“..Nur’uddevle 
Behram oğlu 
Belek Gâzi, 
Haçlı ordularına 
çok kırım verdi.

Bu hal, ehl-i sâlibin 
pek gücüne gitti.. 

Urfa kontu Josselin;
muazzam ordusuyla 
Harput kalesini 
dört yandan kuşattı..

Yaman bir cedel oldu 
ve Belek,
Josselin’in mağrur 
ordusunu çil yavrusu 
gibi dağıttı.

Ve hatta, 
ibreti alem olsun diye 
Urfa kontunu canlı 
derdest ederek 
prangaya vurdu..

Bununla da yetinmedi; 
Harput kalesindeki 
zindana atıverdi.. 

Bu perişan vaziyet 
Papanın kulağına 
kadar gitti. 

Bu kez, onun talimatıyla 
Kudüs kralı II.Bauodit
daha mehabetli 
haçlı ordusuyla 
hınçla Harput üzerine 
yürüdü..

Bu şedit muharebe 
ve karşı müdafaa 
günlerce sürdü.. 

Belek Gâzi,
nâmütenahi harp 
dehası ile bu orduyu da dahiyâne bir huruç hareketiyle mahvu 
perişan etti..

Tıpkı Urfa kontu gibi 
harp sonunda 
esir düşen Kudüs kralını da 
-ibreti alem için-
prangaya vurup 
Harput kalesinde 
mahpus Josselin’in 
yanına havale etti..

Bu gidişat Papa’yı 
çıldırtmaya yetti.!

Neylersin ki 
Belek denen 
bu Gâzi cihangir kumandan, 
Menbiç’i kuşatırken
kale burcundan gelen 
nâmert bir okla 
şehit düştü..!”

Soluksuz anlatmıştı 
bu desitâni tarihi 
hadiseyi Sezai Karakoç 
Üstâd..

Nefesimi tutarak 
dinlemiştim bu ibretlik 
zaferin bir o kadar
ibretlik hikâyesini ..

Akabinde minnetle 
veda etmiştim 
kendisine..

Ve de, sık sık kendisini 
ziyarete geleceğim 
vaadi ile..

Ne hazindir ki  
bir kez olsun adımımı 
basmadım o mütevazi 
yayınevinin mermer 
merdivenlerine..

Üstâd ise doru atına 
binerek gitti 
sürgünler ülkesinden
ebediyet diyarlarına..

Kim bilir; belki de 
Belek Gâzi ile beraber 
fethi bekleyen 
daha nice sürgünler 
ülkesine..

Mehmet SÜT/İstanbul

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve trabzonhabermerkezi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.