İMAMOĞLU EKREM ÜZERİNDEN TEKERRÜR EDEN
BİR HUKUKİ İZAHAT..
Hukukun;
özelde ise yargı bağımsızlığının sıkça tartışıldığı bir ülkede nefes almaktayız..
İflah olmaz fena
bir huyumuz;
işin daha doğrusu
müzmin bir hastalığımız var toplum olarak..
Yetkinliğimiz, akademik bilgi ve etkinliğimiz olmadığı halde;
hukuk ve yargı erki üzerine ahkâm kesmeye milletçe
pek bayılırız..
Eski hukuk metinleri
“İcra, Teşrii ve Kazâ”diye tanımlar ve tasnif ederlerdi demokratik bir devleti ayakta tutan üç temel unsuru..
Günümüz tabiriyle; Yasama,
Yürütme ve de
Yargı..
İlla ki yargı.
Yasama yetkisini meclis kullanır ve kanunları ihdâs eder.
Yürütme selâhiyeti ise hükümettedir ve
Cumhurbaşkanının
riyasetiyle ülkeyi yönetir..
Yargının ise,
devlet yönetiminden azâde,
çok mühim ve mukaddes bir görevi vardır..
Yüce Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız muhakeme yapar..
Her bir ferde,
her bir teşekkül ve müesseseye elzem olan ulvi adaleti temsil,
tevzii ve
tecelli ettirir..
Bu üç hayati devlet erkinin yanına,
bir de dördüncü
güç olarak
“Özgür Basın” da ilave edilir ya;
o da ayrı mesele..!
Peki; o halde bu gün özgür basın ve bağımsız yargımız acaba nerde,
nasıl ve ne halde.?
Yıllar var ki ,
yargı bağımsızlığı toplum gündemden hiç düşmeyen ve hep tartışılagelen en girift meseledir bu güzelim ülkede..
Otuz yıla doğru evrilen meslek hayatımın, istisnasız hiçbir döneminde
hızlı,etkin ve adil yargıya erişim arzusunun,
özellikle siyasi baskı ve müdahalelerden azâde, objektif, yansız, tarafsız ve bağımsız bir adalet talebinin kamuoyunun gündeminde olmadığı hiçbir dönem anımsamıyorum
ne yazık ki..
Bu realite de,
adli mekanizma üzerinde özellikle siyasi müdahalenin mevcudiyetine dair toplum nazarında her daim bir şüphe, endişe ve tereddüt bulutlarının kümelenmesine
yol açmıştır..
Esasen bu şüphe
ve bu haklı endişe; yargının omuzuna yüklenen ulvi
misyonun,
velhâsıl adaleti dosdoğru, tam ve zamanında tahakkuk ettirme gayret ve mükellefiyetinin
ağır olduğu kadar,
kaldırılması hayli müşkil yükü
sebebiyle de var..
Hukukla ilgili ilgisiz hemen herkesin diline pelesenk ettiği meşhur ve klişe bir tabir var:
“Geciken adalet, adalet değildir.”
diye.
Doğrudur..
Bir kaç gündür İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu dosyası üzerinden estirilen fırtına hukuken nasıl yorumlanmalı
o halde.?
Aslında bu işin
en can alıcı,
nirengi noktası;
adli teşkilatımızın muhtemel bir siyasi müdahaleye maruz kalıp kalmadığı meselesidir..
Gerisi lâfu güzaftır..
Cumhurbaşkanımızın
ders müfredatlarına dahi giren;
milli bir şairimizin herkesçe bilinen şiirinden,
birkaç mısrayı
siyaset meydanlarında yıllar önce dillendirmesiyle estirilen fırtınada, yargı erkinin devreye sokularak ve açıkça hukuki mevzuat zorlanarak siyaseten tasfiye ve linç girişimi halen hafızalarda tazeliğini korumaktadır..
Ve maalesef bu kirli siyasi operasyonda yargı mekanizmamız maşa olarak kullanılmıştı..
Sayın Erdoğan’ı siyaseten elimine etmek gayesine matuf bu sun’i girişim ise, demokratik hukuk devlet teamülümüze ve bağımsız yargı erkimize hiç ama hiç yakışmamıştı..
Aşikar biçimde ve hukuk garabetiyle mağdur edilen
Sayın Erdoğan ise,
milletin gönlündeki yerini daha bir sağlamlaştırmıştı..
Tarihi gidişat ve siyasi seyir ise onun mağduriyetini görmüş toplum nezdinde haklı çıkarmıştı..
Şu bir kaç gündür kamuoyu, siyaset ve hukuk gündemini
hayli meşgul eden mes’eleye
geri döner isek;
Sayın İmamoğlu’nun Yüksek Seçim Kurulunca iptaline karar verilen İBB seçimleri sonrasında telaffuz ettiği kelam ve ithamın gerçekte muhatabı kimdir.?
Sarfettiği sabit olan
bu kelamın,
mer’i hukuk tatbikatımızdaki
yeri ve Türk Ceza Kanunu’ndaki tatbiki karşılığı nedir.?
Suç teşkil ettiği iddia olunan bu isnât;
hangi maksat
ve sâikle;
kim yada kimlerin huzurunda ve kimleri esas ve referans alınarak söylenmiştir.?
Muhakkak ki bu suallerin doğru cevabı, hukuk ilmi ve tekniğini gerektiren çok ince meselelerdir..
İlaveten sanığa isnat olunan suçun,
yasa koyucunun aramış olduğu maddi ve manevi unsurları tam olarak tezahür, tebeyyün ve teşekkül etmiş midir.?
Dedik ya;
tüm bu maddi vakıalar hukuk nazariyesi ve pratiği açısından sağlıklı bir muhakemeye
ihtiyaç duyan ,
hukuk ilmi ve içtihadı gerektiren teknik ve hassas mes’elelerdir..
O halde bir bardak suda kopartılan bu fırtına nedir.?
Açıkça itiraf etmek gerekirse,
yargı erkine ve yargıya duyulan güven eksikliğidir.
Toplum nazarında, milletin mâşeri vicdanında derin izler bırakan ve
yargı erki zorlanarak, alenen vasıta kılınarak Cumhurbaşkanımıza yapılan siyasi hınç ve dezenfeksiyon girişiminin yeni bir versiyonu,
mâhut ve tipik bir girişimi midir.?
Yâhut ,
halen derdest-i rü’yet olan bir davada,
henüz İstinâf ve Temyiz tetkikleri dahi başlamamış dumanı tütmekte olan bir yargı kararı üzerinden mağdur sosuna bulandırılmış siyasi bir kahraman modeli oluşturma girişimi midir.?
Elbette ki tüm bu şüphe, endişe ve suallerin cevabını ise; evvela ve en başta
her daim muhtaç ve mecbur olduğumuz;
şeksiz, hatasız ve tarafsız tatbik ve tecellisine toplum olarak daima hasret duyduğumuz yüce yargımızla birlikte,
en nihayetinde
Türk Milletinin sarsılmaz irfanıyla tarihin tekerrür eden şaşmaz hükmü verecektir..
Selam ve muhabbetle..
Av.Mehmet SÜT
İstanbul