CİNAYET Mİ;
CİNNET Mİ.?
Hiram Abas cinayet gecesinin sosyolojik bir tahlili. ( 2 )
MİT' in en gizemli karanlıklar prensi Hiram ABAS'ın,
1990 yılının lanetli, nemli ve netâmeli siyasi ikliminde
DEV-SOL’un sinsi bir suikastine kurban gittiği o lodoslu,
yağmurlu ve fırtınalı gecede;
hukuktan sınıf arkadaşım
Erzurum'lu Fikri'nin,
emniyetçe yapılan ayrıntılı üst aramasında,
hâki kabanının fermuarlı iç cebinden çıkan siyah kapaklı not defterinin baş kısmına ve üstüne üstlük itina ile:
"…Acilen Kabataş’taki bu adres araştırılacak..!!”
kaydını pür dikkat
okuyan gaddar, cebbar ve kindar
o amir dehhaş bir ses tonu ile:
"...Vaay!
bir de adres şahıs tahkikatı yapıyorsunuz ha..!"
nidasıyla
son ümit kırıntılarımız da Beyazıt’ın daracık köşe başlarında kaybolup gidiverdi..
Davudi meş'um sesiyle, uzun boylu ve ürkütücü amir,
aynı dehşet, heybet ve azametiyle,
o uğursuz gecenin dipsiz karanlığında
bizlerin tarifsiz endişe korku ve telaş bulutları ile kararan ürkek simalarımıza
aç bir sırtlanın kabaran iştahıyla haykırırcasına:
".. Alın bu mendeburları derhal..!”
“..Hiç birini kaçırmayın sakın;
hepsini ekip otolarında toplayın ve kelepçeleyin..!“
"..Tahkikatın önemine binaen acilen Şubeye sevkedin..! "
mahiyetindeki emri, baştan yazılmış idam fermanımızın ilanıymışçasına
Bayazıt meydanının ıssız ve ıslak çınlayıverdi..”
Görünen o ki durum vahimdi..
Nutkum tutularak,
elbette ki korkudan ve soğuktan olsa gerek,
cılız ve titrek bir ses tonuyla biraz da kekeleyerek:
".. Amirim bir yanlışlık olmasın;
bizler hukukta
okuyan kendi halinde garip talebeleriz.. "
diye kendimce maruzatımı
izaha dahi fırsat
bulamadan o kahraman edalı,
çatık kaşlı,
gazaplı ve gaddar amir,
aranan firari canileri suç mahallinde derdest etmenin şevki ve gayretiyle
mütehakkim bir ses tonuyla gecenin karanlığını yırtarcasına:
"Kes sesini!
yanlışı doğruyu şubede sana öğretecekler..!”
ikâz ve ihtarıyla
polis çemberinin altında donup kalıvermiş idik..
Borsa simsarı
Erciş'li Fikret,
her zamanki gibi
haşin duruyor,
gözlerini kırpmadan dik ve sabit bir nazarla ekipler amirinin gözlerinin içine bakıyordu..
Dipten kaynayan lavlar misali patlayıp fışkırmak için kendine yol arıyor; bir volkan gibi patlamaya zemin hazırlıyordu.
Kısık gözleri kanlanmış;
çakmak çakmak olmuştu Fikret’in..
Olası bir isyan ve tuğyana kapıldığı takdirde,
felaketi yaşar ve
sorgusuz infaz ediliriz dendişe ediyordum..
Karşılıksız burs
mahiri Erzurum'lu
Fikri,
Fikret'e nazaran daha bir sakin,daha bir metin,
daha bir soğukkanlı gibiydi...
Lakin bakışları daha bir acayip; daha bir garipti.
Olabildiğince duygusuz, donuk,
ifadesi müphem;
mat ve soğuk
bakıştı bunlar..
Ama her halinden onun da benim kadar gergin ve kaygı dolu olduğu aşikârdı..
Aah be,
Fikri kardeşim.!
Karaköy gibi mimli,
melanetli bir mahallede,
üç paralık karşılıksız burs müracaatı için,
üstelik burs ilanı veren vakfın açık adresini,
küçücük not defterinin hem de baş köşesine,
üstüne üstlük adresin altını kırmızı kalemle de çizerek,
“bu adres acilen araştırılacak” diye yazıp bizi ateşe
atmanın sırası mıydı şimdi?
Şu uğursuz cinayet gecesinde oldu mu şimdi bu yaptığın..?
Polis tarafından kuşatıldığımızda sezdirmeden bir ara sağıma soluma bakındığımda,
panik ve korkudan boşanan terlerimize karışan yağmur suları ile sırılsıklam olduğumuzu fark ettim..
O meş’um gecede köşeye kıstırılmış
taze av gibiydik;
gaddar ve kindar amirin kat'i emri ile de sorgusuz sualsiz paketlenerek
“Şubeye " sevk edilecektik..
Tam da bu talihsiz, çaresiz vaziyette ve elbette ki içine düştüğümüz elem
ve endişeden olsa gerek, şiddetle bir sıkışma hissi duydum aniden...!!
Resmen yerimde kıvranıp duruyordum:
"Amirim rica ederim;
lütfen..!
"…Benim acilen tuvalete gitmem gerek...!"
deyiverdim.
Çaresizlikle dolu yalvarışım üzerine insanın içini ürperten mavi gözlerini gözlerimin içine dilerek:
"Sık biraz dişini,..!
Zaten Şubede rahatlatacaklar sizi..!”
deyince birden:
".. Aman amirim,
üstüm başım berbat olacak, lütfen acilen bana bir ihtiyaç yeri bulun, istirham ediyorum sizden..! "
diye yalvarış yakarışım üzerine,
biran mütereddit kalan tavizsiz, gaddar ve cabbar amir, emir ve maiyetindeki
polis mensuplarına
dönüvererek:
"...Çabuk çıkarın bu mendeburu Kafe Marmara’ya.!”
"..Hela kapısına kadar mevcutlu götürün..!”
"..Tuvaletin içinde bile kelepçeleyin..!!”
“..Tahkikatın selameti
bakımından çok mühim..!”
minvalinde emir ve talimatlar vermesin mi..?
Oof ki of..
çelikten kelepçeler bilekte,
çöreklenmiş sinmiş; korkular yürekte..
Haşin polislerin demirden kolları arasında,
Üstüne üstlük Beyazıt tarihi Meydanında,
ifrit gecenin zifiri karanlığında,
ürkek serçeler misali titreyerek..
Cafe Marmara'nın merdivenlerine doğru ite kakıla sürükleniverdik..
Kafe Marmara dediğin dostlar..
Dönemin "Küllük"
namıyla şöhret bulan,
meşhur edebiyatçı, entellektüel,
şair,mütefekkir,
bilcümle eski tüfek aydın ve muharrir taifesinin müdavimi olduğu,
Yahya Kemal’den,
Ahmet Hamdi Tanpınar’dan
Necip Fazıl’a ve
hatta Peyami Safa'ya kadar nice kalbur üstü simaların müdavimi olduğu,
sabahlara dek süren sohbet ,muhabbet,
edebi nükte ve latifelerin savrulduğu;
yeri geldiğinde siyasi polemik ve sataşmaların
ayyuka çıktığı
efsaneleşmiş mekanın kapanmasının ardından,
yani Küllük kadar olmasa da,
o kültür mahfilinin boşluğunu dolduran, bir iş merkezinin en üst katındaki kıraathane hükmündeki bir mekan...
Polis çemberinde, eller arkadan kelepçeli,
bet benz sapsarı,
ite kaka sokulduk bu mekana..
Kafe Marmara
lebaleb doluydu..
Loş kraathane,
yoğun sigara,
nargile dumanından gri bir duman bulutuyla tütsülemiş gibiydi..
Yeşil çuha kaplı gri ve kirli masalarda gâh bezik, okey ve tavla oynayan,
gâh en son yazdığı kendince en güzide şiiri ve gazeli döktüren,
masa üstü hamasetiyle siyasete seyir ve istikamet veren, memleketi oracıkta mahirâne kurtarıveren
entel,aydın ve düşünür taifesinin
meraklı,mütecessis bakışları altında sürüklenerek itiliverdik.
Duman altı izbe kafenin,
boylu boyunca köhne masalarının daralttığı orta yerden geçerek
duvarın dip taraftındaki tek kişilik helanın kirli kapısında cebren duruverdik..
Ellerim arkadan kelepçeli,
yüreğimse bildiğin
yangın yeri…
Ve de; dostlar sizi temin ederim ki,
devir öyle bir devir ki,
ne telefon imkanı var, ne de bir irtibat ve istimdat imkanı..!
Önümdeki yegâne kapı,
genizleri yakan sidik kokusu yayan berbat mı berbat bir hela kapısı..!
Vakitse; ifrit gecenin tam da yarısı..!
Mengene gibi bileğimi sıkan kelepçelerin soğuk ve çelikten acısı..!
Olması mümkün ve muhtemel hiç bir şey net ve mukayyet değil..
Helaya mı giriyoruz;
belaya mı.?
Haydi hayırlısı..!
Vardır illa ki bu öykünün de ibretlik
bir hülasası...
Mehmet SÜT/İstanbul
( DEVAM EDECEK)